Dünyadaki tüm insanların bir an için yok olduğunu düşünelim. Bunla ilgili birçok film veya belgesel izlemişsinizdir. Bu durum yeryüzünde nasıl sonuçlar doğurur? Mevcut düzen birkaç gün içerisinde bozulmaya başlar. İnsan kontrolünde olan sistemler bir müddet sonra artık eskisi gibi çalışmayacaktır. Binalar yıkılacak, barajlar taşacak, fabrikalar duracak, tüm elektronik ve mekanik araçlar ve cihazlar bozulacak vs. Böyle bir durumda zamanla doğanın kendi düzenini oluşturmaya başladığını görebiliriz. İnsan olmadığında doğa bir bakıma kendi kendini onarmaya, hayvanlar asıl yaşam alanlarına dönmeye, yeni ve muhteşem bir denge oluşmaya başlar. Bilinen evrende zekası, iradesi ve yetenekleri ile en gelişmiş varlık olarak nitelendirilen insanın aslında doğaya ne kadar büyük bir zarar verdiği gerçeği de çıkmış olur ortaya. Peki böylesine gelişmiş bir canlı nasıl oluyor da çevreye bu denki tahripkar davranabiliyor, milyonlarca yıldır süregelen düzeni bozabiliyor? Cevabı net değil mi; sadece kendisini ve bugünü düşünerek hareket ediyor!
Sürdürülebilirlik kavramının en genel tanımını bir kez daha hatırlayalım. Günümüz insanlarının, gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama kapasitesinden ve yeteneğinden ödün vermeden bugünkü ihtiyaçlarını karşılaması olarak tanımlıyoruz sürdürülebilirliği. Peki “çevre” bu işin neresinde? Aslında, neredeyse her yerinde!
Gelecek nesillere muazzam finansal kaynaklar ve bir o kadar da gelişmiş sosyal bir düzen bıraktığımızı düşünelim. Sizce bu yeterli olur mu? En nihayetinde insanlığın en büyük ihtiyacı, doğa ile uyumlu yaşayabilme becerisidir. Zira, nefes alma, yeme-içme, barınma vb gibi yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayabilmek için doğayı ve çevresel düzeni hesaba katmak zorundadır insan. Ne zamanki daha fazla üretmenin, tüketmenin ve zenginleşmenin yollarını aramaya; yaratılışından ötürü sahip olduğu sınırları aşmaya, konfor alanını sürekli genişletmeye ve sanki dünyanın sadece kendisi için yaratıldığını düşünmeye başlamış, işte o zaman çevre - insan uyumu da bozulmaya ve yok olmaya başlamıştır. Ve maalesef bu da doğal kaynakların hızla tükenmesine veya kalitesinin düşmesine, doğal yaşam alanlarının yok olmasına, etkileri belki binlerce yıl sürecek küresel çevresel problemlerinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu da gelecek nesillerin, bırakın konforlu ve güvenli yaşaması, hayatta kalabilmesi için bile büyük bir tehdit oluşturmaktadır.
Aslında bu olumsuz tablonun tohumları sadece birkaç yüzyıl önce atılmaya başladı. Özellikle Sanayi Devrimi, insan hayatını kolaylaştıran birçok yeni icadın hayatımıza girmesini sağladı. Bununla birlikte teknoloji gelişti; yaşam kalitesi ve dolayısıyla insan nüfusu tarihte belki eşi benzeri görülmemiş bir hızla yükseldi. Sadece kendi çıkarlarını düşünmeye başlayan insan, çevre üzerinde oluşturmaya başladığı tahribatı göremeyecek hale geldi. Yüksek miktarda sera gazı emisyonu, buna bağlı olarak küresel ısınma ve iklim değişikliği ve bunların tetiklediği diğer çevresel problemler artık küresel tehdide dönüşmeye başladı. Ormanlık alanlar ve tarım arazileri yok olmaya, biyoçeşitlilik bozulmaya yüz tuttu. Kara ve denizdeki hayvan yaşamının dinamikleri değişti; milyonlarca yıldır var olan sistematik yapı; toprak, su ve hava ekosistemi yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.
Günün sonunda çevresel anlamda sürdürülebilir olmadığımız gerçeğini kabul etmek zorunda kaldık. Çevrenin sürdürülebilirlikle o kadar yakından bir ilişkisi vardır ki Birleşmiş Milletler’in 2030 yılında gerçekleştirmek üzere belirlediği 17 küresel sürdürülebilir kalkınma hedefinin birçoğu doğrudan veya dolaylı olarak çevre ile ilgilidir. Çevresel sürdürülebilirlik; sağlıklı yaşam, temiz su ve sanitasyon, temiz enerji, sürdürülebilir şehir ve toplumlar, sorumlu üretim ve tüketim, iklim değişikliği, karadaki ve sudaki yaşam gibi konularda belirlenen hedeflerin ya girdisi ya da çıktısı konumundadır.
Çevresel Sürdürülebilirlik İçin Ne Yapılabilir?
Sürdürülebilirliğin, gezegendeki yaşamın adil, güvenli, sağlıklı ve konforlu bir şekilde devam etmesi için olmazsa olmaz bir gerçek olduğu anlaşıldıktan sonra küresel ölçekli birçok çalışma başlatıldı. Birçoğuna Birleşmiş Milletler’in öncülük ettiği bu çalışmalar ile ülkelerin sürdürülebilir politikalar geliştirmesi, kurumların sürdürülebilir ürün ve hizmetler üretmesi ve bireylerin sürdürülebilirlik farkındalığının artması sağlandı. Dünya olarak henüz istenen noktada değiliz ama kapsamı geniş ve etki düzeyi yüksek birçok çalışma yapılmaya devam ediyor. Paris İklim Anlaşması ve Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi çalışmalar uzun vadede çevresel sürdürülebilirliği hedefleyen en önemli gelişmelerden. Bunun yanı sıra çevrenin korunması, enerji verimliliği, su ve karbon ayak izinin azaltılması, geri dönüşümün artırılması vb gibi konulara odaklı çeşitli yasal düzenlemeler, standardizasyon ve sertifikasyon çalışmaları da ülkelerin, kurumların ve bireylerin çevresel sürdürülebilirlik noktasında daha aktif bir rol almasını sağlıyor.
Çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması için bireylerin, kurumların ve hükümetlerin ortak hareket etmesi gerekiyor. Hükümetler bu konuda bir otorite olarak yasal bir zemin oluştururken kurumlar da politikalarını ve hedeflerini çevresel sürdürülebilirlik çizgisinde belirlemeli. Bireyler olarak bizler de alışkanlıklarımızı, rutinlerimizi ve kabullerimizi değiştirerek daha sürdürülebilir bir yaşam sürmeye ve olabildiğince sürdürülebilir ürün ve hizmetleri kullanmaya çalışmalıyız. Tüm tarafların ürün, hizmet, süreç, meslek, coğrafi konum, sektör ve pazar özelinde yapılabileceği birçok şey var aslında. Mevcut şartlar değerlendirilerek çevresel sürdürülebilirlik için en iyisi yapılabilir. Bu çabaların ortak noktaları özetle şunlar olmalıdır:
Ø Enerji: Teknolojinin de gelişmesiyle beraber fosil kaynaklara olan bağlılık ve zorunluluk giderek azalıyor. Bu nedenle, enerji arzında yenilenebilir enerji kaynaklarına ağırlık verilmeli. Ayrıca, daha az enerji tüketen ürün ve hizmetlerin kullanılması ve enerji verimli süreçlerin planlanması sayesinde karbon emisyonları sürdürülebilir şekilde azalacaktır. Bu noktada, hükümetler kurumlara teşvikler verirken kurumlar da tasarım ve üretim felsefesini değiştirerek çevre odaklı uygulamalar geliştirmelidir.
Ø Atık yönetimi ve geri dönüşüm: Özellikle sanayi atıkları çevre üzerinde iyileştirilmesi zor, hatta imkansız sonuçlar doğurabiliyor. Başta büyük sanayi kuruluşları olmak üzere her sektörden her büyüklükteki firmanın etkin bir atık yönetimi sistemi kurarak atıklarını doğaya en az zarar verecek şekilde organize etmesi gerekiyor. Bu durum zor ama imkansız değil. Öyle ki artık birçok kuruluş, sıfır atık politikasını benimsemiş durumda. Yani üretilen her birim atık, bir atık olarak değil başka bir sürecin, ürün veya hizmetin girdisi oluyor ve geri dönüştürülüp adeta hammadde olarak değerlendiriliyor. Bu yaklaşıma büyük resimden baktığımız zaman da döngüsel ekonomi dediğimiz daha kapsamlı ve sistematik bir yapı çıkıyor ortaya.
Ø Suyun korunması: Gezegendeki yaşamın devamı için en önemli ve gerekli madde sudur şüphesiz. Canlılar için fiziksel bir ihtiyaç olan su, sanayi ve tarım uygulamaları için de en kritik bileşenlerden biridir. Çevrenin sürdürülebilir şekilde korunmasını istiyorsak su tüketiminin her alanda azaltılması ve mevcut su kaynaklarının korunmasını sağlamak; yani su ayak izimizi düşürmek zorundayız. Suya olan ihtiyacın, dünya nüfusu ve sanayileşmeye bağlı olarak sürekli arttığını; fakat gezegenimizdeki kullanılabilir su miktarının sabit olduğunu unutmamak gerek.
Ø Sorumlu üretim ve tüketim: Bu davranış bir aktivizm türü olarak değerlendirilebilir. Firmalar, her aşamasında çevreyi koruyarak gerçekleştirdiği bir üretim sürecinin sonucunda “sorumlu” ürünler üretmekte ve insanlar da sadece bu ürünleri tüketerek sorumlu veya etik tüketim yaklaşımı sergilemektedir. Bu felsefenin temelinde elbette çevresel sürdürülebilirlik hassasiyeti yatmaktadır. Dahası, bu tür ürünleri tespit etmek de artık zor değil. Dünyanın neredeyse her yerinde, her ürün ve hizmet için geliştirilen genel veya spesifik eko etiketler aracılığıyla tüketiciler bu ürünlere kolaylıkla yönlendirilebiliyor.
Ø Sera gazı emisyonlarının azaltılması: Çevresel sürdürülebilirlik için en büyük engellerden biri de şüphesiz yüksek sera gazı emisyonlarıdır. Sadece enerji üretiminde değil, sanayide, ulaşımda, yapılaşmada çevreye uzun vadede en büyük zararı atmosfere salınan sera gazları veriyor. Bu noktada da yapılabilecek elbette çok şey var. Halihazırda sahip olduğumuz kaynaklar, imkanlar ve kabiliyetler sera gazı emisyonlarını çok daha düşük seviyelere, hatta sıfıra indirebileceğimizi gösteriyor. Şirketlerin kurumsal karbon ayak izi hesaplamaları yapması, ulaşımda elektrikli araçların kullanımının artırılması, yapılaşmada “yeşil” binalara öncelik verilmesi, plastik kullanımının hayatın her alanında azaltılması, yapabileceklerimizin sadece birkaçı.