TPM’in doğuşuna baktığımızda, biliyoruz ki TPM bir Japon tarzı yönetim sistemidir. 1940 ve 1960 yıllarında Japonya’da hâkim olan “Planlı Bakım” öğretisinin, JIPM’in başkanı Sn. Nakajima tarafından adapte edilip, bakım terminolojisinin içerisine “Otonom Bakım” ilavesiyle TPM adını almıştır. Japonya’da ortaya çıkışı 1971 yılındadır. Dünya’ya açılması 90’lı yılların başına dayanmaktadır.
Ana teması, herkese, üzerinde çalıştığı makinanın bakım sorumluluğunun da verilmesidir. Ben makinayı çalıştırırım, gerisine karışmam anlayışının ortadan kalkması demektir. Öncelikle ekipman kaynaklı kayıpları önleyen ve ekipman etkinliğini üst düzeye çıkaran yeni bir işletme yaklaşımıdır.
Sonrasında 16 büyük kayba odaklanarak tüm departmanlara yaygınlaşır, en üst düzey yetkiliden, en kıdemsiz işçiye kadar belli standartlar doğrultusunda misyonlar yükler. Küçük grup faaliyetleri ile durmaksızın kayıpların ortadan kaldırılmasını ön görür.
Nihayetinde tüm tedarik zincirine genişleyerek topyekûn kalkınmanın standardını oluşturur ve giderek geliştirir.
Kaynakların kısıtlı olduğu bir ortamda sürekli üreterek karnını doyurma politikası, oldukça akıllıcadır ve giderek geliştirilip, fevkalade bir sistem haline dönüşmüştür.
Bir bakıma biz de bu senaryoya benziyoruz. Enerji kaynağımız yok, doğalgazımız yok, petrolümüz yok. Bunların tamamını dışarıdan ithal etmek zorundayız. Peki ithal etmek için parayı nereden bulacağız? Çok fazla üretmemiz lazım, nitekim öyle yapmaya çalışıyoruz ve tükettiklerimizden fazlasını üretip, satarak, aradaki farktan, kalkınmamızı hızlandırma yoluna doğru ilerliyoruz. Böyle bir senaryoda çıkış yolu nedir diye bakıldığında, yöntemlerden bir tanesi de TPM.
İçinde bulunduğumuz durumda, “ön cephede çalışanlarımız kendi makinaları üzerinde tasarrufta bulunmadıkça biz bu işin altından kalkamayız” dediğimiz zaman TPM ile ilgilenmeye başlıyoruz.
Neden TPM ile ilgileniyoruz?
Çünkü herkesin katkısını bu işin içine, fikriyle, zihniyle ve kol gücüyle katılmasını istiyoruz.
Tabii ki fabrikamıza bir miktar uzaktan bakıyoruz. Yani ne yapıyoruz? Fabrikamız kurulmuş, çalışıyor, bizler de üzerimize düşeni harfiyen yapıyoruz. Aynı zamanda da düşünüyoruz, diyoruz ki, biz bu güzel günlere sonsuza dek devam etmek istiyoruz, ileride de çalışmak istiyoruz, o zaman fabrikamızda neler döndüğüne bir miktar bakmamız lazım geliyor.
Fabrikamıza birtakım ham maddeler veya yarı mamuller, yan sanayilerimizden doğru geliyor. Sonra bunları biz işliyoruz, ürüne çeviriyoruz ve sonra da müşterilerimize doğru yola çıkarıyoruz. Bunları satıyoruz, para kazanıyoruz ki, bu döngü devam ediyor.
O zaman şöyle bakıyoruz acaba, burada doğan maliyetler nasıl maliyetler? Yani nasıl paralar harcıyoruz?
En başında bir kere malzeme temini için belirli bir para ödüyoruz, fabrika içinde maaşlar var, ücretler var, enerji var, bakım maliyetleri var, makinaları satın alıyoruz bunların amortismanlarının geri ödenmesi var gibi bir yığın maliyet kalemi çıkıyor karşımıza ve bu paraları harcıyoruz.
Mamulümüz ortaya çıktıktan sonra onu reklamlarla halka tanıtıyoruz, müşteriler buluyoruz, sevk ediyoruz, müşterinin evine gidiyor mamulümüz kuruluyor, üç yıl sonra arıza yapıyor, onun servis hizmetini karşılıyoruz ve servisin giderleri de dahil olmak üzere daha saymadığımız bir yığın para harcıyoruz.
O zaman bu maliyet yapısı içerisinde daima pozitifte durmamız gerekiyor. Harcadığımızdan fazlasını kazanabiliyoruz ve bunun üstüne sürdürebiliyoruz olması gerekiyor.
Tabii ki bu maliyet yapısının üzerinde pek çok verimsizliğimizin de olduğunu biliyoruz, birçok aksamanın olduğunu biliyoruz, bu aksaklıkların her biri bizim amacımızı, kazancımızı elimizden alıp götürüyor.
İşte bunlara tahammülümüz yok, bunlarla mücadele etmek istiyoruz, topyekûn bir seferberlik için.
Elbette ki en büyük kazancımız, geçiş süresinin, yani ham maddenin gelip fabrika içinden geçip, mamule dönüşmesi için sarf ettiğimiz çabaların, en kısa yoldan, en hızlı bir şekilde, en az maniayla karşılaşarak akmasının sağlanması gerekiyor.
Yani özetleyecek olursak, para veriyoruz, ham madde alıyoruz, fabrikamızın öncesinde bunların taşınmasına yığınla para veriyoruz, stoklanmasına para veriyoruz, sonra geliyor bu malzemeler fabrikamızdan içeriye giriyorlar ve yavaşça mamule dönüşmeye başlıyorlar.
Mamule dönüşürken de para vermeye devam ediyoruz. Makinalarımızı bakımlı tutmak için para harcıyoruz, herkesin maaşını gününde yatırıyoruz, binalar için para harcıyoruz, kışın ısıtıp, yazın serinletmeye çalışıyoruz, makinalara harcadığımız paranın amortismanını karşılamaya çalışıyoruz ve sonuçta öyle bir an geliyor ki, mamulü, bu paraları harcayarak yarı mamuller mamule dönüşüyor ve buradan da sevkiyat ambarına teslim ediyoruz.
Sevkiyat ambarından değişik yollarla, kimisi distribütörlere, kimisi ihracat kanalıyla dış müşterilere doğru yola çıkıyorlar ve yerlerine ulaşıyorlar. Mağazaların vitrinine konuyorlar ve birisi geliyor onu beğeniyor, satın alıyor, parasını ödüyor, ohhh diyoruz, dünya varmış, paramıza nihayet kavuştuk diyoruz, aslında görevimiz bitmiyor, mamulümüz garanti süresi içinde arıza yaptığı takdirde, tamamen parası cebimizden çıkmak kaydı ile oraya servis gönderiyoruz ve evinde müşterimizi memnun etmek için paralar harcıyoruz.
Yani bu nehir öyle bir nehir ki, devamlı içine para pompalıyoruz, sonunda da bir mutlu son var, müşterimiz parasını ödüyor mamulümüzün ve parayı kazanıyoruz.
Fabrika öncesinde, fabrika içinde ve fabrika sonrasında dikkat ederseniz, harcamalarımız devam ediyor. Sonunda da paramızı alıyoruz müşteriden, işte bu sürece, nakitten nakde geçen süre deniyor. Mümkünse bu sürenin, giderek kısaltılması gerekiyor. Bu süreci ne kadar çok döndürürsek, o kadara kadar çok para kazanacağımız açık. Bir de bu sürecin içindeki harcamaların da giderek küçültülmesi gerekiyor. İki ana tema var, süreci kısaltmak, harcamaları azaltmak. Ne kadar az para ortada döndürürsek ve bunu ne kadar hızlı döndürürsek, buradaki kazancımız o kadara kadar kalıcı olur ve müessesemizin menfaatinedir.
TPM Yaklaşımının içerisinde de büyük ölçüde, bu döngüyü alabildiğine hızlandırmak ve harcama alanını daraltmak, maliyetleri düşürmek ve yaptığımız işleri standartlaştırıp, geliştirip, daha kolay ve hızlı yapmaktan geçiyor.
Bu konudaki sorumluluk şirketimizin tepe yönetiminden başlıyor, en uç noktalara kadar herkesi kapsıyor.